Ayşegül Elif Sofuoğlu (sadehayat.com)
Modern zamanlarda, bir bebek eskisi gibi çırılçıplak doğamaz, o çoktan sayılmış, belki tasnif edilmiş, istatistiklerin içine katılmış, üzerine kalkınma planları kurulmuş bir varlıktır artık. Doğması kader midir, yahut anne babası mı “planlayıp onu yapmışlardır” bilinmez ancak doğması artık bir gereksinimdir çünkü kayıtlara geçmiştir! Daha dünyaya gelip subje olamadan çoktan obje olmuştur, kimbilir nelere? Dünya Sağlık örgütünden tutun da kendi devletine, oradan ilaç firmalarına kadar bir sürü kurum onu hesap etmiş, hangi hastalıklara yakalanacağını saptamış, tedavisini bile üretmişlerdir çoktan! Tek iş dünyaya gelip, bu öngörüleri sırayla gerçekleşirmeye kalmıştır…
Artık serüvenler anne kucağında değil, devletin data bankasında başlamaktadır… Bundan 20 sene sonra bugünlerde doğmuş bir bebek özgeçmişini yazarken “şu gün doğdum” yerine “şu gün GEBLİZ data bankasına kaydoldum” derse daha anlamlıdır muhtemelen, çünkü dünyaya bir bebek olarak değil öncelikle bir “vatandaş” olarak gelmiştir. Daha da ötesi bu küçücük vatandaş, devletin data bankasına, oradan milli sağlık politikalarına ve en tepeden sağlığa hükmetmeye çalışan Dünya Sağlık Örgütünün sisteminde bir halka olarak addedilmektedir.
Bir bebeğin varlığı ilk defa bir hastane odasında kesin bir şekilde telaffuz edilir. Hamilelik haberini ilk annesi alır. Eğer bebeğin babası o anda orada bulunma saadetine ermişse ne mutlu: haberi alan ikinci kişi olmuş olur; eğer değilse ikinciliği bir başkası “kapar”: Devlet. Özel hastaneye ya da Devlet hastanesine gidin, sizin onayınız dahi alınmadan yeni doğacak vatandaş babasından evvel devlete müjdelenir. Siz bu haberi gizlemek istiyormuşsunuz, yok sisteme girilsin istemiyormuşsunuz lütfen bunlarla ilgili personeli yormayınız: Malum söz konusu vatansa gerisi teferruattır! Bebeğin girişi hemen, kısaltması GEBLİZ olan Gebe ve Lohusa İzleme Sistemine yapılır ve ailesine haber bile verilmez.
Olayların gerisi çorap söküğü hızında gelir: Doğacak olan sadece bir bebek olsa devlet onu kendi haline bırakırdı ancak malum, bir vatandaş doğacak, ihmale gelmez. Kendisi de izleme sistemine alınmış ancak haber bile verilmesi gerekli görülmemiş anne bir gün devletin bir memuru tatrafından cep telefonundan aranır. “Siz hamilesiniz değil mi?” Sorusunu duyunca irkilir, şaşırır ve kekeleyerek “evet” der. Mealen devletin bir vatandaşını taşıdığı hatırlatılır, hangi doktora giderse gitsin, bir de devletin en öz hakiki bir sağlık kurumuna uğrayıp görünmesi gerektiği, gereken tüm planların yetkililerce yapıldığı söylenir. Anne adayı şaşırır, izlendiğini anlar ama nasıl olduğunu çözemez. SSK güvencesi ile aldığı ilaçlardan devletin böyle bir çıkarım yapmış olabileceğini düşünür, Orwell’ı hatırlar ve vatandaşı içinde büyütmeye devam eder… Tabi aklına taşıdığı bebeği gizlemek zorunda olanlara standart haline getirilmiş bu telefonu alınca olabilecekler gelir, büyüklerimizin de aklına gelmiştir muhtemelen ancak bir iki zaiyat ististiklerde virgülden sonrasında bile kendini belli edemediğinden konu orada kapanmıştır.
Buradan sonra hikaye daha çok bir kaçma kovalamaca halini alır… Anne adayı itaat eder programa dahil olursa ne ala, eğer biraz asi olursa sürekli aranarak ödevleri hatırlatılır. Ta ki doğuma gelinceye kadar… Bir gün ansızın hayata gözlerine açan bu küçücük vatandaş soyadını hemen alır, TC kimlik numarasına ise 30 gün içinde sahip olması gerekecektir. Eğer 30 gün içinde nüfusa bildirilmediyse ebeveyni cezalandırıldır, ancak elbette devleti bazı kayıtların dışında kalmış vatandaşcığına her halükarda sahip çıkacaktır.
Doğumdan sonra tüm bu performanslara artık bebeğin de katılması gerekmektedir. Ülkedeki tüm bebeklerin muayyen günlerde doktora kontrole gitmesi ve istisnasız hepsinin aynı vitamin takviyelerini alması gerekir. Hepsi aynı vitamine aynı anda ihtiyaç duyar mı? Muhtemelen hayır… Ancak devir verimlilik ve milli sermayeyi en etkin kullanma devridir; her bebeğin doktorlarca ayrı ayrı muayene edilip tedavi ihtiyaçlarının reçetelenmesi yerine merkezden gelen toplu kararla bu yük kaldırılmış ve takviye standardize edilmiştir. Zaten aşı uygulaması hiç tartışılmaz bile… Devlet askerliği bile bağrına taş basarak bedelli yaptırabilir ama tüm bebekler aşı olmalıdır. Herhangi bir nedenle buna karşı gelen ve bebeklerine aşı yaptırmayan ebeveyne ise dava açılır.
Tüm bu uygulamalarla “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” sözüne esaslı bir selam çakılır aslında. Sağlam kafaları elde etmek için milli eğitim sistemine emanet etmeden önce tek istenen sağlam vücutları garanti altına almaktır. Öyle ya o sağlam kafalar bu vücutlar üzerine oturtulacaktır, olayın şansa bırakılacak yanı yoktur.
Yukarıda kinayeli bir dille anlatılanların hepsi gerçektir, malesef hayal mahsulü değildir.