Röportaj: Hacer Türkel (sadehayat.com)
Sınırsız arzularla sınırlı kaynakların peşinden koşan ve var olanla yetinmeyen insan mutsuz oluyor. İnsanlar eğer mutlu olmak istiyorlarsa sade hayatı tercih etmeliler.
Yakalanamayacak kadar değişen ve gelişen teknoloji karşısında günümüz insanı, karşılanamayacak kadar çok arzulara ve dolduramayacak kadar boşluklara sahip.
İhtiyaca binaen kurulan Sade Hayat Derneği ‘gıdanın nereden geldiği’, ‘kimin ürettiği’, ‘nasıl üretildiği’ ya da ‘canımızın çektiğini mi yoksa ihtiyacımız olanı mı kullanmalıyız’ gibi daha önce hiç sorul(a)mayan soruları gündeme alıyor. Aidin Salih Hanım’ın öğrencilerinden olan Sade Hayat Derneği Başkanı Faruk Günindi ile dernek ve sade yaşam üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Hacer Türkel / 212 Haber
Gözümüzün önünde olup da fark etmediğimiz ya da görmezden geldiğimiz bazı tehlikeler hem akla, hem de neslin devamına hücum ediyor. Sade hayat da yanlış olanı sıfırlayıp doğru olanla yeniden başlamanın yollarını gösteriyor. Kendine, başkasına, doğaya zarar vermek istemeyen, sade hayatı tercih etmeli.
En çok ezilenler sade hayat yaşayanlar
Türkiye’de hep demokratik ortamdan bahsediliyor. Aslında en çok ezilenler sade hayat yaşamak isteyenler. Ama onlar ona bile razılar. Kullanma dediği için değil, sadece kullanmadığı için mahalle baskısı görüyorlar. Bu baskı akrabalarından da devletten de gelebiliyor. Mesela içeriğindeki bazı maddelerden dolayı aşıyı kullanmak istemiyorlar. Doğal bağışıklık kazanmayı istiyorlar. Sade hayat anlayışında hastalık, sadece bir karşılıktır. Uygun bir yer bulamadığı zaman ortaya çıkmaz. Bazı hastalıkları da şifa olarak düşünürler. Bunun adına maslahat diyorlar. Maslahatı, iyiye götüren şey diye tanımlıyorlar.
Onlara göre hastalıklar, bir maslahat. Bu ayrımı düşündüklerinden aşı yapılmayı uygun bulmuyorlar. Bu durumu da kendileri için ciddi sıkıntılar oluşturuyor. Yasal olarak kimsenin kimseyi aşıya zorlamak gibi bir hakkı yok. Her tıbbi uygulamada olduğu gibi, herhangi bir iğneyi vuracakları zaman kişinin onayının alınması ve o uygulamayı yapacak olan kişinin de konu hakkında bilgi vermesi gerekiyor.
Sağlık ekipleri aşı yaparken yeteri kadar bilgi vermiyor ya da bireylerin tercihlerini kale almıyor. ‘Sen kimsin ki aşı olmaya karşı çıkıyorsun?’ deniyor. Mesela, sen doğurursun ama doğurduğun devletindir diye karar çıkartan bir mahkeme oldu. O çocuğun velisi var ama velinin çocuğunun sağlığı hakkında karar verme yetkisi yok.
10 yıl sonra ortaya çıkacak olan zararlardan devlet sorumlu olacak mı? Ya da o çocuk hasta olduğu zaman ona her gün-gece devlet mi bakacak? Benim geleceğimi katlettikten sonra devlet bana yeni bir gelecek, yeni bir çocuk verebilecek mi? Sade hayatçılar, bu soruları sorarken aynı zamanda aşının içeriğindekilerin insan bedeni için yasaklanmış şeyler olduğunu düşünerek, ‘hayır’ dediklerinde, sağlık tedbiri kararıyla çocuklarının ellerinden alınması için çabalanmasından şikâyetçi.
Marketlerde ürün bulamıyorlar
Az tüketiyor Sadeciler. Markete gittikleri zaman bir-iki tane ürün buluyorlar. Koca market onlar için hiçbir anlam ifade etmiyor. Veya bir alışveriş yapıyorlarsa onların alışveriş yaptıkları noktalar hep aynı. Ürünün nereden geldiğini, kimin yaptığını bildikleri ve emin oldukları yerlere gidiyorlar. Herhangi bir yerden alışverişi tercih etmiyorlar. O yeri bulana kadar da çok sormuşlardır. Dolayısıyla sorup buldukları şeyleri de herkese anlatıyorlar. ‘Ben burada bir sade bir ürün buldum, siz de oraya gidin’ diyerek aralarında iletişime geçiyorlar.
Sade hayatı tercih eden, arkasında tereke bırakmaz
Sade hayat; sofrasına, giysi dolabına hâkim olmak, yaşarken hafif yaşamak, öldükten sonra da arkada tereke bırakmamak demek. Birçok atığı oluşturacak zararlıyı kullanmamak demek. Sade hayat sürekli yük oluşturmamaktır. Haddi aşmadan, bir sınırla yaşamaktır.
Yaptığın her şeyde zarar verici misin, değil misin? Bütün mesele bu. Sade hayat bu endişeyle yaşamak demek. Bir başka açıdan sade hayat, ihtiyacın kadarını kullanmak demek. Karmaşadan, değiştirilmişlikten başkasının kontrolündeki hayattan uzak durmaya çalışmak demek. Efendimiz (a.s.v) de sade hayat yaşadı; bir kral gibi yaşamadı. Bizim bir kahvaltı soframızın 200 yıl öncesinin kral sofrasıydı. Yine aynı şekilde bir ramazan soframız Karun sofrası kadar zengin. Velhasıl, iki tane hurmayla iftar eden Peygamber’in doymak bilmeyen ümmetiyiz…
Su ve toprak temel temizleyicilerimiz
“Raf ömrü uzatılmış, ambalaja girmiş hiçbir katkılı gıda yemiyoruz. Alışveriş yaptığımız yer pazardır, market değil. Yediklerimiz tazedir, değiştirilmemiştir. GDO’lu gıda ve nano teknolojinin içerisinde olduğu bir ürün kullanmıyoruz. Rafine un, rafine şeker, rafine yağ gibi herhangi bir rafinasyon işleminden geçmiş gıdalardan uzak duruyoruz.
Parfüm, deodorant, deterjan vb. içinde sentetik koku barındıran hiçbir ürünü kullanmıyoruz. Kokusuz hava sahası diye bir sloganımız var.
Çöp konteynırı olan yer köy değil
Artık kimse domatesi kendi bahçesinde yetiştirmiyor. Sütü kendi sağıp, içemiyor. Sade hayat yaşayanlar bu yüzden şehri terk etmeyi düşünüyorlar ama köylere gittiklerinde de oraların da plastik atıklarıyla dolu olduğunu söylüyorlar.
“Çöp konteynırı olan yer köy değildir artık. Ben köye gittiğim zaman köy ekmeği bulacağım diye seviniyordum, bizim köydeki akrabalarımız ise telefon ediyorlardı, bize beyaz ekmek getirin diye. Artık köye beyaz ekmek gidiyor; eski köy fırınları yok denecek kadar az. Dolayısıyla biz hadi kaçalım köye gidelim dediğimiz zaman o köy artık yok. Şehir, köye rengini vermiş durumda. Biz şehirdeki köylüler diyoruz ki, köye gidelim ama bakıyoruz ki oradakiler de bizimle aynı şeyleri yaşıyorlar. Aramızda büyük fark yok. Sadece oradakilerin evlerinin önünden araba geçmiyor. Bunun gelişmişlik olduğunu söyleyen de olacak; fakat bize göre gelişme böyle bir şey olmamalı. İnsani bir gelişme olmalıydı.” diyor, Faruk Günindi.
Sade hayatçıların çoğu şehirli. Bu insanların derdi başkasını ikna etmek, değiştirmek ya da bir adım ileri geçip saldırmak değil. Onlar sadece kendi çerçevelerinde yaşamak istiyorlar. Çerçeveyi genişletmesek bile, o daireyi sabit tutalım düşüncesi hâkim.
Temizleme alışkanlıklarımız biraz farklı. Bize göre su ve toprak temel temizleyiciler. Onlar olmadığı zaman, zarar vermeyen diğer temizleyicileri kullanıyoruz; hiçbir zaman deterjan yada kozmetiği tercih etmiyoruz. Örneğin ciltte yağlanma var ve su da bu yağlanmayı temizlemiyor. Bu durum hastalık olarak düşünülürse tedavi yaklaşımı uygulanıyor. Eğer yağlı ciltten kurtulmak istiyorsanız ve bu yağlı olma meselesi sizin tabiatınızda varsa, onu kuruttuğunuz zaman tabiatınıza zarar veriyor olabilirsiniz.” diye sözlerini sürdürüyor Günindi.
Sade hayatın ipuçları
İnsanlar öncelikle kullanmaları için önlerine getirilen şeyler hakkında soru sorsunlar. Çok güvendikleri birine bile sormaları gerek. Kullandıklarını veya kullanmaya maruz kaldıkları şeylerin içeriğini bilmiyorlarsa ve bunu da sorarak kullanmıyorlarsa hesabı var. Sorsunlar; görecekler ki sordukları zaman mekanizma değişecek. Sade hayatın en büyük ipucu bu. Her gün kullandıkları şeyler hakkında bilgi edinsinler. Edilgen olmasınlar. Kendi hayatlarına müdahale eden şeyler karşısında bilgi sahibi olsunlar. Bunların içinde çocukları olanlar da olabilir. Yemenin-içmenin farzından bahsederken Abdülkadir Geylani hazretleri, ” Birincisi onun nerden geldiğini bilmektir.” diyor. Son teknoloji ürünlerden uzak dursunlar. Yeni olandaki tehlikeyi fark etsinler.
10 günlük açlık tedavisi
Tedavi için büyük hastanelere de ihtiyaç yok. Temel olan az yemek. Doymadan bırakmak. Ondan sonra gelen hastalıklar da maslahat sayılıyor. Tıp anlayışımıza göre tamamıyla hatadan el çekmek (bu fiili tövbedir), insanın yaratılışındaki iyileştirme gücünü görmek demek. Bunun için de açlık kullanılıyor. Bu tedavide temel besin maddesi hava ve su. Ağır hastalıklarda 10 günlük açlık tedavisi uygulanıyor. 10 gün boyunca su dışında bir şey yiyip içmiyorsunuz. O süre boyunca vücudunuz kendine zararlı olanı tüketip dışarı atıyor.
Yemek iki öğün olmalı
Günlük yemek tüketimi sabah bir, akşam bir öğün olmak üzere günde iki defa olmalı. İnsanı şişirmeyecek, ağırlık oluşturmayacak ve sonrasında uyku getirmeyecek miktarda olmalı; çünkü bu bazen mevsime, bazen insanın yaşına ve sağlığına göre değişebiliyor. İnsan için belini doğrultacak birkaç lokma yeterli. Ama bunu yapamayacağından korkuyorsa, midesinin üçte birini katıya, üçte birini sıvıya, üçte birini de havaya ayırmalı.
Yemek yenildiği zaman birbirine karıştırılmadan yenmeli. Örneğin tatlı yeniyorsa sadece tatlı, tuzlu bir şey yeniyorsa sadece tuzlu yenmeli.
Organik ürün= daha az masraf
Sade Hayat Derneği Başkanı Faruk Günindi, kendi çabalarıyla Sade Pazar diye bir yer kurduklarını ve topladıkları şeyleri bir araya getirdiklerini ifade ederek, “Aradığımız ürünü genelde üreticiden buluyoruz. Bazen de ısrar edip istediğimiz şekilde ürettiriyoruz. Bazen de onlar bizi buluyorlar. Biz de üretme süreçlerine bakıyoruz ve bize uygunsa alıyoruz.” diyor.
Diğer yandan, organik olan ürünlerin daha pahalı gibi dursa da aslında sade hayatla daha ucuza geleceğini, insanların daha az ürün kullanacakları için mali açıdan rahat olacaklarını söyleyen Günindi, “Deterjan gibi atık oluşturan, zarar veren şeylerden otomatikman kurtuluyorsunuz. Mesela vücuttan yapışık yağlar elbiseye bulaşmayınca temizlemek daha kolay oluyor. Veya beyaza saplantınız ortadan kalktığı için daha beyaz yapsın diye bir şeyin derdi içine girmiyorsunuz.
Beyazın daha beyaz olabilmesi için beyaza boyanması lazım. Şu anda nano teknolojiyle yapılıyor bu. Deterjan, parfüm gibi şeylerden kurtulunca, ekonomik olarak rahatlıyorsun. ‘Doğal şeyler pahalı nasıl alacağız?’ diyorsanız eğer, biz de diyoruz ki; zaten günde 2 öğün olarak az yiyeceksiniz. Bunlardan bir tanesi pişmiş olacak ve onda da tek çeşit yiyeceksiniz. Dolayısıyla masraf az olacak. Dolaplar birden azalacak çünkü az şeyle yetiniyorsunuz. Kahvaltıda 10 çeşit yemiyorsunuz. Mizacınıza uygun 2-3 çeşit size yetiyor.” diye sözlerini tamamlıyor.
Kaynak: http://www.212haber.com/sade-hayati-tercih-eden,-arkasinda-tereke-birakmaz-3107h.htm