Ayşegül Elif Sofuoğlu (sadehayat.com)
Türkiye’de son günlerde yapılan kürtaj tartışmasının eğer bir faydası varsa o da genele hakim bilinçaltını ve bir çok problemin esas kaynağını ortaya çıkarması oldu. Son zamanlarda hem siyaset bilimi literatüründe hem de kimi siyasetçilerce tartışılan devletin kendini sürekli nasıl yapılandırdığı ve alanlarını genişlettiği sorusu kürtaja karşı kesimlerin sloganlarında ve düşünme şekillerinde bir nevi cevap buluyor. Eskiden kendi koyduğu kural ve yasaklarla kendi kendini hükümran ettiği, yukarıdan aşağı doğru kurulduğu düşülen devlet, aslında tam aksine tüm nüfuzunu aşağıdan yukarı alıyor: Onun merkeziyetçi, tek tipçi ve yer yer yasakçı uygulamaları aslında vatandaşlarının çoğunun iliklerine kadar işlemiş alışkanlıklarından ve her şeyi anlamlandıran bilinçaltlarından besleniyor.
Şahit olduğumuz üzere, kürtaj yasağına karşı olanları başat sloganları “Benim bedenim, benim kararım”dı. Mealen şöyle diyor bu slogan: Sınırları belli olan bu vücut dahilinde herşeye ben karar veririm, kendi kendine, benden habersiz var olmuş bir hücre ve bundan gelişecek çocuk benim olsa bile kabulum değildir ve verdiğim karara itaat etmeyerek var olduğu için yaşam hakkından yoksun sayılacak, yok edilecektir.
Nasıl, buram buram devlet kokmuyor mu bu söylem? Hem de artık Türkiye’deki her kesimi bezdiren köhneleşmiş devlet aygıtının kokusu bu…. Yıllardır ulus devlet mantığı dahilinde kendi sınırları içinde her türlü milliyetçi, şövenist ve laik uygulamayı vatandaşına ‘benim sınırlarım dahilinde yaşıyorsun benim kararıma uy’ diyerek dayatan… Merkeziyetçiliği ve tek tipliği ile vatandaşlarının doğal oluş biçimlerine karşı çıkıp dönüştürmek isteyen… Benim kararım diyerek baş açtıran, benim kararım diyerek Kürtçeyi yasaklayan… Yeri gelip köy yakan… Sınırları dahilinde kendi planladığından başkasının olmasına tahammül edemeyen devlet anlayışını işte tüm bu fiillerin cesaretini vatandaşlarının tek tek taşıdığı ve kürtaj tartışmaları ile açığa çıkan bu zihniyetten alıyor.
Siyaset bilimi kavramları ile bakacaksak olaya, annelik bile bir iktidardır, bir çocuk üzerinde onu yönlendirme, onun adına karar alma yetkisini verir size bir yere kadar. Kadınlar bedenlerindeki habersiz misafiri öğrendiği anda benden habersiz döllenen ve büyüyen bir hücreyi taşımayı reddediyorum diyen ve yaşam hakkını tartışmaktan bile kaçınan amansız iktidarlara dönüşüyorlarsa, niye hala Kürt sorununun adının konulamadığı, başörtü sorununun çözülemediği, uzlaşmacı bir anayasanın yapılamadığı ve daha bir sürü özgürlüğün nasıl rafa kaldırıldığı muamma olmamalı, bu birbirini besleyen bir kısır döngüdür ve toplumsal bilinçaltı çözülmediği sürece de sürer gider. Öyle ya ceberrut vatandaşın ceberrut devleti. Yani sonuç şuraya gelir bağlanır: Nasılsanız öyle yönetilirsiniz…